Evet sexs öykü okurları öyküme başlamadan evvel iyi okumanızı öneririm. O gün doğum günüm olduğu için günler evvelinden beni evine davet etmişti, sarihçesi cüretkâr tutumları ve mükemmel bedeni, ayrıca ona olan ebedi aşkımla bu davete…
Evet sexs öykü okurları öyküme başlamadan evvel iyi okumanızı öneririm. O gün doğum günüm olduğu için günler evvelinden beni evine davet etmişti, sarihçesi cüretkâr tutumları ve mükemmel bedeni, ayrıca ona olan ebedi aşkımla bu davete hayır demem asla muhtemel değildi. O gün geç kalkmama karşın bu onunla geçireceğimiz mükemmel dakikalar için heyecanlanmadığım anlamına gelmiyordu. Coşkuyla duş aldım, saçlarımı taradım ve parfümümü sıktım. Geçen gecenin neredeyse tamamını onu düşünerek geçirmiştim zati. Hemen konutu terk ettim ve onun evine doğru yola çıktım. Kalp atışlarımla beraber adımlarım da süratleniyordu.
Sonunda kapıya vardığımda kendimi susturmak için birkaç dakika beklemek zorunda kaldım; en sonunda zili çaldım. Beni bekleyenin bu kadar hoş bir bayan bayan demeye bin tanık ister, sanki bir melek olduğunu nereden öğrenebilirdim. Kapının açılmasıyla beraber acaba 11 katı merdivenden daha süratli çıkabilir miyim diye sordum kendi kendime, ama en sonunda enerjimi gizlemem gerektiğine inanıp ve azıcık daha asıl dünya insanı olup asansörü seçim ettim. Katlar tükendi ve kapı açıldı. Manzara gayet cüretkârdı. Benim çok daha evvelden sevdiğim kıyafetlerden haberi olduğundan beni azdırıp, kendisine köle yapacaklarını seçmişti ve bunda galibiyetsiz olduğunu söyleyemezdim. Omuzlarından sırtına kadar dökülen upuzun saçları, gözlerindeki siyah kalem ve suratının kendi hoşluğuyla beraber, altında lacivert bir kot etek ve bacaklarında bacaklarının hoşluğunu perçinleyen siyah jartiyerler vardı. Üstündeki göğüs dekolteli kırmızı tişörtünü saymazsam sanırım göğüslerine haksızlık etmiş olurum.
Fırladığında beni venüse kadar yollayabilecek kadar yakıta sahip olduğuna inandığım bir çift füzenin bu kadar basitçe saklanamayacağını biliyordum. “İçeri girmez misin?” dedi bir anda ince ama bir o kadar çekici bir ses, beni içinde bulunduğum düşten sürükleyip çıkardı. Reelinde düşler dünyası hoştur, ancak iş vücutsal paylaşıma gelince asıl yaşamı seçim etmek sanırım bir hayli birey için kaçınılmaz ya da seçim edilesidir. İçeri girip pabuçlarımı çıkartmamla beraber beni elimden yakaladı ve odasına götürmeye başladı. Reelinde o görüntüsüyle o beni götürmese dahi ben onu çekerdim ya neyse. Şaraplarımızı bardaklarımıza doldurmuştu, her tarafta mumlar vardı ve sırçada kırmızı dudak boyasıyla yazılmış sevgi ve seks dolu yazılar vardı. Beni çıldırtmak için her numarayı yapacak gibi gözüküyordu. O yatağa bense karşısındaki koltuğa oturmuştum. Öğrenerek arada sırada bacaklarını aralıyor, bana aradaki o unutulmaz hoşluğu sergiliyor, sonrada hiçbir şey yokmuşçasına konuşmaya devam ediyordu. Bir yandan âdetâ emerek yediği, daha doğrusu oynaştığı çukulatanın yerine koyduğum cinsel uzvum artık benden ufalayıp tek başına dominantlığını bülten edebilecek bir canlı ebadına gelmişti ve bu da onun gözünden kaçmamıştı.
Benim daha ne kadar bekleyebileceğimi varsayıyordu öğrenmiyorum, ancak bir kaç dakikanın daha üstünde birşeyler varsayım ediyorsa yanılıyordu. Hayrete düştüm fakat en sonunda oynaştığı çukulatayı yemeye karar verdi ve eli boş kaldı. “Ne duruyorsun” dedi, seni orada bana bakasın diye mi çağırdım buraya?” Bunun ne anlama geldiğini öğreniyordum; beynim mi bedenime, yoksa vücudum mu beynime komut verdi öğrenemiyorum ancak bir anda kendimi yatağında uyurken ve ellerimi de onun bacaklarında buldum. Usulca “Hişşştt… Evvel kadınlar” dedi. Anlam veremedim. Ellerimi itti, ve usulca öne doğru uzandı. Şortumu alt indirdi ve sonra boxerımla beraber bedenimden ayırdı. Dudakları kasıklarımı geziyor, zevk suyumla ıslanan hayalarıma çarpan sıcak soluğu beni bu dünyadan alıp başka alemlere götürüyordu. Dilinin ıslaklığını sezmek için beklediğim vakit çok uzun değildi. Bir anda tam erkekliğimi onun ağzına sezdiğime inanamadım, demek ağzı göründüğü kadar ufak değildi.
Eteği kıvrılmıştı, altından mükemmel kalçalarını ve hoşluğunu anlatmaya yetmeyecek ve ona sıfat olamayacak sözcüklerin yanında anlamını yitirdiği incisini farkettim. Jartiyerli bacaklarını indirip kaldırıyordu, yaradanım, sanki liseli bir kız gibiydi. Bu kadar olgun ve aynı anda bu kadar çıtır oluşu… Aynı anda 1000 bayanla sevişsem bu kadar kendimi kaybetmezdim sanırım… Ayaklarına yüzümü gezdiriyordu, dudaklarıma getirip sürüklüyordu, burnuma getirdi, parfümünden kokuyordu. Sonra usulca kalçasını suratıma doğru getirdi ve o mükemmel hoşluğunu benim ağzıma sundu. Dil adalelerimin bu kadar gelişmiş olduğunu öğrenmiyordum, bilim adamlarının dil adalesinin bedendeki en eforlu adale olduğuna dair yaptıkları açıklama doğruydu sanırım.
Onun içinde yavaştan süratliye gezdirdiğim dilimin çıkarttığı sesler onun ince ve kısık çığlıklarıyla birleşiyor, asla ve asla gören kimsenin tepkisiz kalamayacağı bir mozaik oluşturuyordu. Benim patlamaya hazır bir bomba olduğumu o da öğreniyordu ve derken boğazına kadar doldurmamla küçük bir şok yaşadı ve yutamadığını halıya tükürdü. Bana attığı sinsi gülüşünde dudağından alt sallanan erkeklik suyum bir anda ışıltıyla parladı. Beni yalamaya ve boğazında sıkıştırmaya devam etti. Ağzını iyice altlara indiriyor, sanki bir meşrubattan kamışla meşrubatı kadarına sürükler gibi yavaş yavaş sürüklüyor, vazgeçiyor, sonra birden çene ve boynuyla yukarıya ve alt hareketlenmeye başlıyordu, buna pervasız kalmak muhtemel değildi; dimdik olduğumu görünce sanırım onun da pek sabrı kalmadı ve bana doğru geldi. Benim üstüme çıkışında dahi bir sır vardı; bacaklarımız birbirine temas ediyordu.
Bacaklarının pürüssüzlüğüyle birleşen jartiyerlerin kayganlığı beni çılgın ediyordu. Birbirini çılgıncasına arzulayan iki varlık birbirine denk gelince kimsenin birşey yapmasına gerek kalmadı ve kendimi onun en derininde buldum. Şimdi süratlendikçe azıcık evvel kısık olan inlemelerinin yükselişi ve kulağıma gelişi daha da çoğalıyordu. Devam ederken eğildi ve beni ateşli bir biçimde öpmeye başladı. Kulağıma fısıladığı kelimeler beni sanki şaha kaldırdı; hani atların uzuvları büyük olur derler ya, sarihçesi o anda bir at mı yoksa bir insan mı olduğuma yalnızca cinsel uzvuma bakarak kimse karar veremezdi. Benim üstümde zıplayışlarının şiddeti çoğaldıkça geldiğini seziyordum, ayaklarımı geri sürükleyip iyice süratlendim ve en sonunda bacaklarımın arasındaki volkan lavlarını ona boşalttı. Onun surat ifadesinden hiç beklemediği kadar tatmin olduğu anlaşılıyordu.
Oysa benim doymaya amacım yoktu. Onun altından çıkıp onu ters çevirmemle afallamışa döndü, bunu hiç beklemiyordu; “Hayır, daha aşırısını istemiyorum” dedi; ancak benim cinsel uzvum nasıl bir atınkine döndüyse, sanırım kulaklarım da seksenlik bir dedeninkilere dönmüştü ki hiçbir şey dinlemiyordum, duysam da kavramıyordum. İncisinden akan sularla ıslanan arka deliğini dilimle tanıştırdım, iyice yaladım, hayır diye inlemesine karşın kollarımla iki yanından yakalamış hareket etmesini yasaklıyordum. Arka deliğini dilimle zorlamaya başladım ve işaret parmağımı da konukluğa gönderdim. Bu hareketimle istemsizliği yerini sırlı bir bekleyişe vazgeçti.
Ne yapacağımı merak ediyor olmalıydı, ancak beklediğinden daha fazla acı sürüklemesinin muhtemel olacağını hesaba katmamış gibiydi. Zorladığımda zati ıslak olan erkekliğim onun dayanılmaz hoşluktaki deliğinde kayboldu ve bir anda kanım çekildi, kendimi kaybetmiştim. Çığlıklarına aldırış etmeden süratleniyor, en derinine kadar bastırıyordum. “Yeter artık, canım, canım çok yanıyor…” demesine karşın bir yandan da devam et demeyi bakımsızlık etmiyordu.
Bu kız gerçekten deliydi! Devam etmemle beraber beni sıkıştıran yumuşak duvarların davetine çekimser kalamayarak içine aktım. Bunu gerçekten beklemiyordu, içinden bölmemle beraber beni kendine çekti ve “Bunu başkasına yaparsan can verirsin” dedi. Sanırım bu benim için yaşamımdaki en hoş laftı. Onu bu kadar tatmin edebilmek gerçekten hoştu, ve benim için yaşamımdaki en hoş doğum günü armağanı olduğunun herhalde o da farkındaydı.
Sonunda kapıya vardığımda kendimi susturmak için birkaç dakika beklemek zorunda kaldım; en sonunda zili çaldım. Beni bekleyenin bu kadar hoş bir bayan bayan demeye bin tanık ister, sanki bir melek olduğunu nereden öğrenebilirdim. Kapının açılmasıyla beraber acaba 11 katı merdivenden daha süratli çıkabilir miyim diye sordum kendi kendime, ama en sonunda enerjimi gizlemem gerektiğine inanıp ve azıcık daha asıl dünya insanı olup asansörü seçim ettim. Katlar tükendi ve kapı açıldı. Manzara gayet cüretkârdı. Benim çok daha evvelden sevdiğim kıyafetlerden haberi olduğundan beni azdırıp, kendisine köle yapacaklarını seçmişti ve bunda galibiyetsiz olduğunu söyleyemezdim. Omuzlarından sırtına kadar dökülen upuzun saçları, gözlerindeki siyah kalem ve suratının kendi hoşluğuyla beraber, altında lacivert bir kot etek ve bacaklarında bacaklarının hoşluğunu perçinleyen siyah jartiyerler vardı. Üstündeki göğüs dekolteli kırmızı tişörtünü saymazsam sanırım göğüslerine haksızlık etmiş olurum.
Fırladığında beni venüse kadar yollayabilecek kadar yakıta sahip olduğuna inandığım bir çift füzenin bu kadar basitçe saklanamayacağını biliyordum. “İçeri girmez misin?” dedi bir anda ince ama bir o kadar çekici bir ses, beni içinde bulunduğum düşten sürükleyip çıkardı. Reelinde düşler dünyası hoştur, ancak iş vücutsal paylaşıma gelince asıl yaşamı seçim etmek sanırım bir hayli birey için kaçınılmaz ya da seçim edilesidir. İçeri girip pabuçlarımı çıkartmamla beraber beni elimden yakaladı ve odasına götürmeye başladı. Reelinde o görüntüsüyle o beni götürmese dahi ben onu çekerdim ya neyse. Şaraplarımızı bardaklarımıza doldurmuştu, her tarafta mumlar vardı ve sırçada kırmızı dudak boyasıyla yazılmış sevgi ve seks dolu yazılar vardı. Beni çıldırtmak için her numarayı yapacak gibi gözüküyordu. O yatağa bense karşısındaki koltuğa oturmuştum. Öğrenerek arada sırada bacaklarını aralıyor, bana aradaki o unutulmaz hoşluğu sergiliyor, sonrada hiçbir şey yokmuşçasına konuşmaya devam ediyordu. Bir yandan âdetâ emerek yediği, daha doğrusu oynaştığı çukulatanın yerine koyduğum cinsel uzvum artık benden ufalayıp tek başına dominantlığını bülten edebilecek bir canlı ebadına gelmişti ve bu da onun gözünden kaçmamıştı.
Benim daha ne kadar bekleyebileceğimi varsayıyordu öğrenmiyorum, ancak bir kaç dakikanın daha üstünde birşeyler varsayım ediyorsa yanılıyordu. Hayrete düştüm fakat en sonunda oynaştığı çukulatayı yemeye karar verdi ve eli boş kaldı. “Ne duruyorsun” dedi, seni orada bana bakasın diye mi çağırdım buraya?” Bunun ne anlama geldiğini öğreniyordum; beynim mi bedenime, yoksa vücudum mu beynime komut verdi öğrenemiyorum ancak bir anda kendimi yatağında uyurken ve ellerimi de onun bacaklarında buldum. Usulca “Hişşştt… Evvel kadınlar” dedi. Anlam veremedim. Ellerimi itti, ve usulca öne doğru uzandı. Şortumu alt indirdi ve sonra boxerımla beraber bedenimden ayırdı. Dudakları kasıklarımı geziyor, zevk suyumla ıslanan hayalarıma çarpan sıcak soluğu beni bu dünyadan alıp başka alemlere götürüyordu. Dilinin ıslaklığını sezmek için beklediğim vakit çok uzun değildi. Bir anda tam erkekliğimi onun ağzına sezdiğime inanamadım, demek ağzı göründüğü kadar ufak değildi.
Eteği kıvrılmıştı, altından mükemmel kalçalarını ve hoşluğunu anlatmaya yetmeyecek ve ona sıfat olamayacak sözcüklerin yanında anlamını yitirdiği incisini farkettim. Jartiyerli bacaklarını indirip kaldırıyordu, yaradanım, sanki liseli bir kız gibiydi. Bu kadar olgun ve aynı anda bu kadar çıtır oluşu… Aynı anda 1000 bayanla sevişsem bu kadar kendimi kaybetmezdim sanırım… Ayaklarına yüzümü gezdiriyordu, dudaklarıma getirip sürüklüyordu, burnuma getirdi, parfümünden kokuyordu. Sonra usulca kalçasını suratıma doğru getirdi ve o mükemmel hoşluğunu benim ağzıma sundu. Dil adalelerimin bu kadar gelişmiş olduğunu öğrenmiyordum, bilim adamlarının dil adalesinin bedendeki en eforlu adale olduğuna dair yaptıkları açıklama doğruydu sanırım.
Onun içinde yavaştan süratliye gezdirdiğim dilimin çıkarttığı sesler onun ince ve kısık çığlıklarıyla birleşiyor, asla ve asla gören kimsenin tepkisiz kalamayacağı bir mozaik oluşturuyordu. Benim patlamaya hazır bir bomba olduğumu o da öğreniyordu ve derken boğazına kadar doldurmamla küçük bir şok yaşadı ve yutamadığını halıya tükürdü. Bana attığı sinsi gülüşünde dudağından alt sallanan erkeklik suyum bir anda ışıltıyla parladı. Beni yalamaya ve boğazında sıkıştırmaya devam etti. Ağzını iyice altlara indiriyor, sanki bir meşrubattan kamışla meşrubatı kadarına sürükler gibi yavaş yavaş sürüklüyor, vazgeçiyor, sonra birden çene ve boynuyla yukarıya ve alt hareketlenmeye başlıyordu, buna pervasız kalmak muhtemel değildi; dimdik olduğumu görünce sanırım onun da pek sabrı kalmadı ve bana doğru geldi. Benim üstüme çıkışında dahi bir sır vardı; bacaklarımız birbirine temas ediyordu.
Bacaklarının pürüssüzlüğüyle birleşen jartiyerlerin kayganlığı beni çılgın ediyordu. Birbirini çılgıncasına arzulayan iki varlık birbirine denk gelince kimsenin birşey yapmasına gerek kalmadı ve kendimi onun en derininde buldum. Şimdi süratlendikçe azıcık evvel kısık olan inlemelerinin yükselişi ve kulağıma gelişi daha da çoğalıyordu. Devam ederken eğildi ve beni ateşli bir biçimde öpmeye başladı. Kulağıma fısıladığı kelimeler beni sanki şaha kaldırdı; hani atların uzuvları büyük olur derler ya, sarihçesi o anda bir at mı yoksa bir insan mı olduğuma yalnızca cinsel uzvuma bakarak kimse karar veremezdi. Benim üstümde zıplayışlarının şiddeti çoğaldıkça geldiğini seziyordum, ayaklarımı geri sürükleyip iyice süratlendim ve en sonunda bacaklarımın arasındaki volkan lavlarını ona boşalttı. Onun surat ifadesinden hiç beklemediği kadar tatmin olduğu anlaşılıyordu.
Oysa benim doymaya amacım yoktu. Onun altından çıkıp onu ters çevirmemle afallamışa döndü, bunu hiç beklemiyordu; “Hayır, daha aşırısını istemiyorum” dedi; ancak benim cinsel uzvum nasıl bir atınkine döndüyse, sanırım kulaklarım da seksenlik bir dedeninkilere dönmüştü ki hiçbir şey dinlemiyordum, duysam da kavramıyordum. İncisinden akan sularla ıslanan arka deliğini dilimle tanıştırdım, iyice yaladım, hayır diye inlemesine karşın kollarımla iki yanından yakalamış hareket etmesini yasaklıyordum. Arka deliğini dilimle zorlamaya başladım ve işaret parmağımı da konukluğa gönderdim. Bu hareketimle istemsizliği yerini sırlı bir bekleyişe vazgeçti.
Ne yapacağımı merak ediyor olmalıydı, ancak beklediğinden daha fazla acı sürüklemesinin muhtemel olacağını hesaba katmamış gibiydi. Zorladığımda zati ıslak olan erkekliğim onun dayanılmaz hoşluktaki deliğinde kayboldu ve bir anda kanım çekildi, kendimi kaybetmiştim. Çığlıklarına aldırış etmeden süratleniyor, en derinine kadar bastırıyordum. “Yeter artık, canım, canım çok yanıyor…” demesine karşın bir yandan da devam et demeyi bakımsızlık etmiyordu.
Bu kız gerçekten deliydi! Devam etmemle beraber beni sıkıştıran yumuşak duvarların davetine çekimser kalamayarak içine aktım. Bunu gerçekten beklemiyordu, içinden bölmemle beraber beni kendine çekti ve “Bunu başkasına yaparsan can verirsin” dedi. Sanırım bu benim için yaşamımdaki en hoş laftı. Onu bu kadar tatmin edebilmek gerçekten hoştu, ve benim için yaşamımdaki en hoş doğum günü armağanı olduğunun herhalde o da farkındaydı.